Tartışmaları takip ederken aklıma Kierkegaard'ın tefekkür çağı öngörüsü geldi. İnsanlığın yazılı mirası kümülatif şekilde arttığı için bir yerden sonra, örneğin fransız ihtilali, insanlığın tutkulu devinimleri terk edip yaşamı tefekkür aracılığıyla değerlendireceğini ve bunun sonucunda insan tasavvurunun kapsam olarak genişlese de derinlikte kaybedeceğini söyler kierkegaard.
Öngörünün üzerinden yaklaşık 190 sene geçmiş, bu süreç tamamlanmak üzere bence. Çünkü yeni nesil bilgilenmek için ikincil kaynakları kullanıyor. Bilginin birincil kaynağı deneyimlemektir şüphesiz ve bunun sonucunda kişiye özgü öznel bilgi elde edilir. Yeni nesil ise her şeyin standart hâle getirildiği youtube yayınları ile bilgi ediniyor. Fark etmeseler de birçoğu birbirinin kopyası karakter tiplemeleri oluşuyor.
Filmlerde bu yozlaşma en kolay Tolkien eserleri ile ilgili olanlarda görülebilir. Peter jackson, Yüzüklerin efendisi'ni çağdaş toplumsal algıya uygun şekilde değiştirdiğinde büyük tepki görmüştü. Hobbit ve dizi eseri öyle kötü bir hâle dönüştürdü ki Lotr filmleri şu an çok güzel gözüküyor.
Zaman ilerledikçe hayatın daha yüzeysel bir yorumuyla karşılaşıyoruz ki bir müddet sonra insanın makineden farkı kalmayacak. Aldos huxley'in cesur yeni dünyası tarzı bir tasavvurun ortaya çıkması olası.
Tüm bunların nedenine işaret eden Nietzsche ile bitireyim:
Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu biz öldürdük. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Kendimizi temizlememiz için hangi su var? Hangi kefaret bayramlarını, hangi kutsal oyunları icat etmemiz gerekecek? Fazla büyük değil mi bize, bu amelin yüceliği? Sırf ona layık görünmek için bizim de tanrı olmamız gerekmez mi?