Fetret Dönemi Sona Erdi – Bölüm 1

Bölüm 1: Duraklama Dönemi

Yükseliş dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu, Yıldırım Bayezid hükümdarlığında, Timur’un orduları karşısında Ankara Savaşı’nı kaybetmiş, sultan tutsak düşmüş ve imparatorluk başsız kalmıştı. Osmanlı Devleti’ni parçalanmanın eşiğine getiren bu süreçte Yıldırım Bayezid’in dört oğlu Fetret Devri olarak bilinen ve tam on bir sene sürecek kanlı bir saltanat kavgasına başlamıştı. 1413 yılının Temmuz’unda Çelebi Mehmed’in bu mücadeleden galip çıkması ile Fetret Devri sona ermiş ve Osmanlı Devleti, Anadolu’daki toprak bütünlüğünü tekrar sağlamayı başarmıştı.

Bundan tam altı yüz sene sonra, bambaşka bir coğrafyada ve bambaşka bir hanedanlıkta tarih tekerrür etti. NBA’in en büyük hanedanlıklarından biri olan Los Angeles Lakers’ın sahibi, altı çocuk babası Dr. Jerry Buss’ın 18 Şubat 2013’te vefatından sonra hanedanlık kendi Fetret Devri’ne girdi. Takım, o sezon son anda playoff biletini almış olsa da ilk turda Spurs’e karşı maç dahi kazanamadan evinin yolunu tutmuştu. NBA’de birçok takım için düzenli olarak playoff’ta boy göstermek başarılı addedilmek için yeterliyken, tarihin en çok final oynayan takımı olan Lakers için play-off amaç değil; gerçek sezonun başlangıcıydı. Takip eden üst üste başarısız sezonlar, mirası devralan ikinci nesil Buss’ların saltanat kavgasına sahne olmuştu.

Fetret Devri olarak adlandırdığım bu sürecin başlangıcı için zamanı geri sarıp 2010 yazına dönmek gerekiyor. O yaz, zorlu geçen yedi maçın ardından ezeli rakip Celtics’e karşı kazanılan şampiyonluk, 2. Kobe döneminin doruk noktasıydı. Yeni sezonda Kobe, Gasol, Odom, Ron Artest ve Derek Fisher’dan oluşan veteran çekirdek kadrosunu korumayı başaran Lakers, Phil Jackson önderliğinde bir kez daha üçleme için yola koyuldu. Steve Blake ve Matt Barnes gibi veteran görev adamlarını da kadrosuna katan Lakers’ta yeni sezonda en çok merak edilen konuysa takımın geleceği olarak görülen genç yıldız Bynum’un diz ameliyatı sonrası nasıl bir sezon geçireceğiydi.

LeBron James’in, Chris Bosh’la yeteneğini Miami’ye taşıdığı sezon öncesinde Las Vegas’taki bahis şirketleri finalin adını koymuştu bile: Miami Heat ve Los Angeles Lakers. Nitekim, sezona hızlı bir başlangıç yapan Lakers, zaman ilerledikçe yaş ortalaması yüksek kadrosunun ve başarıya doymuşluğun olumsuz etkilerini görmeye başladı. Son üç sezonda hiç yaşanmamış en az 3 maçlık mağlubiyet serileri, şampiyonun düştüğü zaman eskisi kadar hızlı ayağa kalkamayacağını gösteriyordu. Merakla beklenen Noel maçında Miami Heat karşısında uğranılan bozgunla işlerin o sezon Lakers için hiç de kolay olmayacağı anlaşılmıştı.

Ancak, All-Star arasından sonra ivmeyi arttıran Lakers, 57-25’lik derecesiyle Batı Konferansı’nı ikinci olarak bitirmeyi başardı. Playoff’un ilk turunda, New Orleans Hornets karşısında ilk maçı kaybetse de, altı maçın sonunda seriyi kazanmayı başardı. Yarı Final’deki rakip, Dirk Nowitzki’nin sürüklediği Dallas Mavericks’ti. 2000 senesinde Mavs’i satın alan Mark Cuban, her zaman playoff için iddialı bir takım kurmayı başarmış ama bir türlü sonuna kadar gidecek sertlikteki bir kadro kurmayı başaramamıştı. 2006 NBA Finalleri’ni 2-0’dan kaybetmeleri, 2008’de Batı Konferansı’nı birinci bitirmelerine rağmen playoff’un ilk turunda Golden State’e elenmeleri gibi trajediler Mavericks’in “kaybeden” damgasını yemesine neden olmuştu.

Mavericks’e karşı ilk maça hızlı başlayan Lakers farkı on altı sayıya kadar çıkardı. Mavericks makus talihini değiştiremeyecek gibi gözüküyordu. Fakat, Nowitzki’nin ateşlediği Mavs’in geri dönüş hikayesi başladı. İlk maçı kazanarak ev sahibi avantajını eline geçiren Mavs, momentumunu hiç kaybetmedi ve Lakers’ı süpürerek Batı Finali’nin yolunu tuttu. Son maçta hiçbir varlık gösteremeyen şampiyon için akıllarda Bynum’un Barea’ya yaptığı utanç verici sportmenlik dışı faul kaldı.Bu maç aynı zamanda, Phil Jackson’ın koç olarak çıktığı son maçtı.

Phil Jackson’ın ayrılışı şampiyon kadro çekirdeğindeki ilk çatırdamaydı. Diğer yanda, sağlık problemleriyle boğuşan takım sahibi Dr. Jerry Buss, basketbol operasyonlarındaki yetkilerini oğlu Jim Buss’a devrettiğini duyurdu. 1997’de şu anki yönetici Mitch Kupchak’le birlikte, Jerry West’in yanında asistan olarak işe başlayan Jim, her zaman yönetici olmak istediğini söylüyor ve profesyonel scout olmanın zor bir iş olmadığını düşünüyordu. “Bardan herhangi on taraftar seçin ve sizin için aday basketbolcuları değerlendirmelerini isteyin. Göreceksiniz, değerlendirmeleri profesyonel scoutlar ile neredeyse aynı olacaktır.” cümlelerini kuracak kadar da kendinden emindi. 15 sene boyunca beklediği fırsat ayağına gelen Jim Buss, artık karar verici mevkideydi.

İlk iş olarak Phil Jackson’dan boşalan koltuğu doldurmak isteyen Buss ve Kupchak, Haziran 2011’de Mike Brown’la anlaştı. Mike Brown, Cleveland Cavaliers’ın başındayken, iki sezon üst üste Doğu birincisi olmasına rağmen, Doğu Finali’ni bir türlü geçememiş; LeBron’un, takımdan ayrılmasından da sorumlu tutulan isimlerden biriydi. Bu tercih eleştiri oklarını Jim Buss’a çevirmişti. Phil Jackson’ın izlerini tamamen silmekte kararlı olan Jim Buss, takımın yirmi altı yıllık malzemecisi Rudy Garciduenas dahil neredeyse tüm teknik ekiple yolları ayırdı. Lokavt bahanesiyle yaklaşık yirmi çalışanını işten çıkartan Lakers’ta yeni bir rejim başladı. Baba Buss döneminde, vefanın sadece bir semt adı olmadığı, çalışanlarını aileden gören bir camia için bu durum hiç yakışık almamıştı.

Oyuncu sendikasıyla, takımların 26 Kasım 2011 tarihinde anlaşmasıyla lokavt sona erdi. Altmış altı maçlık sıkıştırılmış sezonun, iki ay gecikmeyle Noel gecesi başlayacağı açıklandı. Kadrosu yaşlanan Lakers için bu yoğunlaştırılmış fikstür büyük bir handikaptı. Ancak tek handikap bu değildi. Hornets ve Rockets ile girilen üçlü takas senaryosunda Odom Hornets’e, Gasol Rockets’e giderken; Lakers ise genç süper yıldız Chris Paul’u kadrosuna katacaktı. Katrina kasırgası sonrası büyük yara alan New Orleans Hornets iflasın eşiğindeyken NBA tarafından satın alınmıştı. NBA yönetiminin olası takası veto etmesi üzerine planları suya düşen Lakers, evdeki bulgurdan da oldu. Topun ağzına konan Odom bu durumdan hiç hoşnut olmadı ve takımdan ayrılmak istedi. Birinci tur draft hakkı karşılığında alelacele Mavs’e gönderildi. Odom’un gidişiyle Phil Jackson’dan sonra şampiyon kadrodan ikinci ayrılık da gerçekleşmiş oldu.

Çalkantılı geçen sezon boyu kadroyu güçlendirmek için takas kovalayan Lakers’ın hedefindeki isim sezon sonu kontratı sona erecek Dwight Howard oldu. Fakat Howard takımı Orlando’da kalmayı tercih etti. Olası takas senaryoları için Gasol’u pazara sunan Lakers, umduğunu bulamadı. En sonunda üç takımın dahil olduğu takasta, çekirdek kadrodan üçüncü ayrılık da gerçekleşti. İkinci kaptan Derek Fisher ve Luke Walton karşılığında guard Ramon Sessions’ı ve forvet Jordan Hill’i kadrosuna kattı. Fisher’a göre daha atletik ve penetreci olan Sessions, Lakers’ın ihtiyaçlarına daha çok karşılık veriyordu ama takımı şampiyonluk seviyesine getirecek bir takviye kesinlikle değildi. Takasın kuşkusuz en önemli noktası gelecek sezonun maaş bütçesinde 9.5 milyon dolarlık boşluk yaratmış olmasıydı.

Sezonu her şeye rağmen 41-25’lik derecesiyle Spurs ve Thunder’ın ardından Batı’da üçüncü bitirmeyi başaran Lakers’ın playoff’un ilk turundaki rakibi genç Denver Nuggets’tı. 3-1 öne geçmesine karşın beşinci maçta kendi evinde seriyi bitiremeyen Lakers, iki maç üst üste kaybederek ancak yedinci maç sonunda adını Batı Yarı Finali’ne yazdırdı.

Rakip, Oklahoma City Thunder’dı. Durant, Westbrook ve Harden ile NBA’in en istim üstündeki takımlarından biriydi. Üstelik Lakers, 2008 finallerinden ilk defa ev sahibi avantajına sahip değildi. Farklı kaybedilen ilk maçın ardından ikinci maça çok daha farklı bir oyun planıyla çıkan Lakers, Thunder’ın panzehirini bulmuş gibi duruyordu. Sahada 90’ların playoff maçlarını andıran bir görüntü vardı. Oldukça düşük tempoda, Bynum’un domine ettiği maçı Lakers çalacakmış gibi duruyordu. Ta ki son iki dakikaya kadar…

Kobe Bryant gibi NBA’in en “clutch” oyuncularından birine sahip olan Lakers 9-0’lık Thunder serisine cevap veremedi ve 77-75’lik skorla mağlup oldu. Staples Center’da seriyi eşitleme şansı olan Lakers, dördüncü maçta ikinci maçın karbon kopyasını yaşıyordu. Maçın bitimine sekiz dakika kala on üç sayı ile önde girdi. Eski dost Derek Fisher’in üçlüğü ile başlayan Thunder geri dönüşü karşısında çözüm üretemeyen Lakers, 25-9’luk seri ile maçı kaybetti. Deplasmandaki beşinci maçta da varlık gösteremeyen Lakers evinin, OKC Thunder ise NBA Finalleri’nin yolunu tuttu. Thunder’a karşı kazanılan üçüncü maçın Lakers’ın 2010’lu yıllarda kazandığı son playoff maçı olacağını henüz kimse bilmiyordu.

Hayal kırıklıklarıyla biten iki sezonun ardından Mitch Kupchak ve Jim Buss tekrar zirveye oynayacak takımı yaratmak için kolları sıvadı. Yeterli maaş boşluğuna sahip Lakers için yaşlanan Kobe’nin etrafına yeni bir şampiyonluk adayı takım kurmak için belki de son şanstı. İlk hamle, Phoenix Suns’ın yıldızı Steve Nash’i 2013, 2014, 2018 draft hakları karşılığında iki yıllığına takıma katmak oldu. Nash, 38 yaşına gelmiş olsa da hala double double (sayı-asist) ortalamalar tutturabiliyordu. Kobe, Gasol gibi yıldızların yanında o kadar süre ve sorumluluk almasına gerek de kalmayacaktı. Nash önemli bir takviyeydi ama kadro hala şampiyonluk için yetersizdi.

Jim Buss’ın büyük umutlar beslediği Andrew Bynum ise, 2012’de All-Star olmayı başarmıştı ama diz sakatlığından dolayı sadece elli dokuz maç oynayabilmişti. Nitekim o yaz Almanya’da dizinden ameliyatı olacaktı. Buna rağmen Lakers, takım opsiyonunu kullanarak Bynum’u takımda tuttu. Çünkü takıma bir süper yıldız daha katmak için buna ihtiyacı vardı. Geçtiğimiz sezonun ortasından yazın başına kadar devam eden Dwight Howard dedikoduları Ağustos 2012’de gerçek oldu. Dört takımlı takasta Bynum, Philadelphia’nın yolunu tutarken, Howard, Chris Duhon ve Earl Clark, Lakers’a katıldı.

Sixers, Bynum’u şampiyonluklar yaşayacak kadronun ana parçası olarak hayal etmişti. Ancak sonuç hiç de öyle olmayacaktı. Bynum’un operasyonun başarılı geçtiği ve maç kaçırmayacağı duyurulmuştu. Fakat, ağrıları ve şişleri hiç inmeyen Bynum, maç dahi oynamadan kapadığı sezonun ardından, Sixers efsanesi Dr. J, Lakers’ı “ayıplı mal” satmakla suçlayacaktı. Bynum, 2014’te de geri dönmeye çalışsa da sadece yirmi altı maç sahaya çıkabildi ve malesef henüz 26 yaşındayken basketbolu bırakmak zorunda kalacaktı.

Sports Illustrated dergisi “Eğlence Şimdi Başlıyor” başlığıyla yeni transferler Nash ve Howard’a kapağında yer verdi. Bahis oranları Lakers’ı çoktan finale taşımıştı. Kağıt üstünde her şey çok güzel gözüküyordu. Yıllardır beklenen Kobe-LeBron finali bu sene olacaktı. Ta ki hazırlık maçları başlayana kadar…

Mike Brown, yeni sezonda Princeton Hücumu’nu takıma monte edeceğini duyurdu. Nash gibi elit seviye bir oyun kurucu ve Howard gibi bir pota altı gücünün olduğu bir kadro için özellikle topsuz alanda harekete dayalı olan ve oyunculara serbestlik tanıyan bu sistem biçilmiş kaftandı. Hem de üçgen hücuma benzerliği ile de Kobe, Gasol, Artest gibi bu sistemde şampiyonluğa ulaşmış oyuncular için uyum sağlaması kolay olacaktı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Hazırlık maçlarının hepsini kaybeden Lakers, sezona da 1-4 ile başlayınca Mike Brown’la yolları ayırdı. Yeni koç arayışına giren yönetim, takımı geçici süreliğine asistan koç Bernie Bickerstaff’a emanet etti.

Akıllara gelen ilk isim Lakers’la beş şampiyonluk yaşamış Phil Jackson’dı. Jim Buss, ilk teklifi ona yaptı; Jackson düşünmek için kısa bir süre istedi. Başka koçları da değerlendirmeye devam eden Lakers yönetimi, Phil Jackson teklifi kabul etmeye niyetliyken, Mike D’Antoni’nin baş antrenörlük görevine getirildiğini duyurdu. Bu hamle Jim ve Jeanie Buss arasındaki kardeş kavgasının fitilini ateşledi. Uzun süredir Jackson’la nişanlı olan Jeanie arada kalmış, kardeşi tarafından arkadan bıçaklandığını hissetmişti. Daha sonra Phil Jackson, New York Knicks’in basketbol operasyonlarının başına geçti. Bu, NBA’in çıkar çatışması kuralı sebebiyle Jackson ve Jeanie’nin evlilik planları da suya düşürdü.

Jim Buss, görevi Mike D’Antoni’ye verirken, takımın Princeton Hücumu’na göre daha serbest, pick & roll’a dayalı bir hücum tarzına daha çabuk uyum sağlayacağını ve Lakers’ın yükselişe geçeceğini düşünüyordu. Fakat bu kez de sakatlıklar Lakers’ın başına bela oldu. Sezon boyunca, Steve Nash 32, Steve Blake 37, Pau Gasol 33, Jordan Hill 53 maç kaçırdı. Dwight Howard ise sadece 6 maç kaçırmasına rağmen, yazın belinden ameliyat olmuştu ve hala iyileşme sürecindeydi. Eski atletikliğini kaybeden Howard, Lakers taraftarının özlem duyduğu dominant pivot görünümden çok uzaktı. Hal böyle olunca Lakers bir türlü ana rotasyonunu bir arada oynatmayı başaramadı.

Tarihler 18 Şubat 2013’ü gösterdiğinde Buss ailesi ve Lakers camiası acı bir haberle sarsıldı. Dr. Jerry Buss yaklaşık on sekiz aydır mücadele ettiği prostat kanserine yenik düşmüştü. Dr. Buss, 1979 yılında NHL takımı Los Angeles Kings’i, o dönem takıma ev sahipliği yapan arena The Forum’u, California’da 13.000 hektarlık bir çiftliği ve Lakers’ı 67.5 milyon dolar karşılığında satın almıştı. Bu anlaşmada Lakers için biçilen değer yaklaşık 20 milyon dolardı. Şimdi düşününce çok düşük bir meblağ gibi dursa da; maçların banttan yayınlandığı, oyuncular arası kokain kullanımını ile gündeme gelen NBA pek de popüler bir lig değildi. Jerry Buss’ın alametifarikası bu sektörü eğlence sektörü olarak görmesiydi. Sahada Magic ve Kareem’in sürüklediği “Showtime” saha dışındaki diğer şovlarla birleşince The Forum, Los Angeles şehrinin cazibe merkezi haline gelmişti. Laker Girls, NBA’in ilk dansçı kızlarından olmuş; ilk defa bir bando maç öncesi ve arası canlı müzik yapmaya başlamıştı. Salon oturma düzeninde yapılan değişikliklerle saha içi koltuklar ve lüks locaların fiyatları astronomik rakamlara ulaşmıştı. Salonun içerisindeki The Forum Club’daki partiler basketbolun yıldızlarıyla Hollywood’un ışıltılı hayatını bir araya getirmeyi başarmıştı. Dönemin spor yazarı Vincent Bonsignore, Lakers maçlarını Oscar ve Grammy ödülleri ile Playboy Malikanesi ve Studio 54 (New York’ta 70’li yılların en popüler gece kulübü) karışımı gibiydi diyerek tarif ediyordu.

Jerry Buss’ın yarattığı bu dev imparatorluğun gölgesi mirası devralan çocukları üzerine büyük bir sorumluluk yüklüyordu. Anak, All-Star arasına 25-29’luk dereceyle giren Lakers Batı Konferansı’nda 10. sırada yer alıyordu. Şampiyonluk hedefiyle girdiği sezonda, playoff’u kaçırmak üzereydi. Neyse ki Kobe, takımın bu durumuna daha fazla dayanamadı ve sazı eline aldı. Şubat ayında Batı Konferansı’nda ayın oyuncusu seçildi, takımı 30-30’a getirdi. Artık sahada kalacağı dakikalara kendi karar veriyor, koç D’Antoni’nin onu dinlendirme çabalarına karşın her saniye oyunda kalmak için direniyordu. 35’ine merdiven dayayan bir oyuncu için tüm teknik ekip, takım arkadaşları ve başta Lakers taraftarı olmak üzere tüm basketbolseverlerin ortak bir sorusu vardı: Ne kadar devam edebilecek? Hem takım, hem bireysel antrenmanları bırakan Kobe, maç aralarını sadece masaj ve tedavilerle geçiriyordu. Özellikle ayak bileklerinde ve bacaklarındaki ağrılardan şikayet ediyor, acıyla oynadığını söylüyordu.

10 Nisan’da Portland deplasmanında kariyerinde ilk defa uzatmaya gitmeyen bir deplasman maçında 48 dakikada sahada kalan Kobe, 48 sayı (18/18 serbest atış) ile takımını galibiyete taşımayı başardı. Utah’ın da kaybetmesiyle 8. sıraya yerleşen Lakers, kalan üç maçında kendi kaderini kendi çizme şansına sahipti. İki gün sonra rakip Golden State Warriors’dı. Kobe yine 48’de 48 yapmaya doğru gidiyordu. Ta ki maçın bitimine sadece üç dakika kala… Kobe Bryan,t penetre ederken kendini yerde buldu. Aşili 54.031 dakikalık profesyonel basketbol kariyerinden sonra yorgun düşmüş ve onu yarı yolda bırakmıştı. Kariyeri boyunca birçok sakatlıkla yüzleşen ve acıyla oynamayı kendine motivasyon kaynağı olarak kullanan “Black Mamba” yine kendine yakışanı yaptı. Sekerek faul çizgisine geldi ve o sezonun son iki serbest atışını da sayıya çevirerek soyunma odasının yolunu tuttu.

Takımın kondisyoneri Gary Vitti durumu şu sözlerle özetliyordu: “Kariyeri boyunca ilk defa onun yüzünde endişeyi gördüm. Yanlış anlamayın, yenilgiyi değil, sadece endişeyi.

Terhis olmama 35 gün vardı. Yine çarşı iznimde ilk iş internet kafeye gitmiş; o haftaki maç skorlarına bakıyor, maç özetlerini izliyordum. Kobe sakatlandı haberini görünce ilk başta önemsemedim. “Bir şey olmaz, iki maç dinlenir playoff’a döner. Böyle bir sezondan sonra bacağı kopsa oynar playoff’ta.’’ dedim. Haberin detayını okudukça durumun çok daha vahim olduğunu idrak ettim. Aşil sakatlığı profesyonel bir basketbolcunun başına gelebilecek en kötü sakatlıklardan biriydi. İyileşme süreci çok uzundu ve bu sakatlıktan dönen kimse “eskisi” gibi olamıyordu. Birliğe geri dönerken, “Kobe, bunu yeni bir meydan okuma olarak görür, eskisi gibi döner ve bir kez daha şampiyonluğa oynar” diye düşünmeden kendimi alamıyordum. Çünkü bize yıllar boyu öğrettiği Mamba Mentalitesi buydu.

Kobe’siz Lakers, son iki maçını kazanıp 7. sıradan playoff’a girmeyi başarsa da, Spurs karşısında hiçbir varlık gösteremeden ortalama 20 sayı fark yiyerek dört maç sonunda süpürülmekten kurtulamadı. Süper takımın ideal beşi Nash, Kobe, Artest, Gasol ve Howard’ın sadece yedi maç birlikte oynayabildiği, şampiyonluk parolası ile girilen sezon büyük bir hüsran ile sona erdi.


  • Bölüm 1’in sonu.
  • Devam edecek…